Merhabalar!
Bu röportaj yaptığım en uzun röportajlardan biri sanırım. Abartmıyorum, elimde iki buçuk saatlik bir ses kaydı vardı ve bu sürenin en az iki katını yazıyla uğraşarak harcadım.
Ipad’im kendini kapatmak için en uygun zamanı seçti tabii ki, yazının ortalarına doğru bir kere kendini kapatmaya karar verdi. Ben de kimim ki açıl diyeyim, “yapma, gözünü seveyim” dedim ama işe yaramadı. Elimde çayla açılmasını bekledim. Dil dökmelerim işe yaramadı, açılmadı. Artık gözüm kapanıyordu benim de, uzun zamandır doğru düzgün uyumamıştım. Kafeini damardan alabilsem alırdım. Ben de canım teknisyenim Can’ı aradım. Geldi, Ipad’e baktı, arkasına iki kere vurdu, Ipad açıldı. Tam bir sihirbazdı, ve her sihirbazın ücreti gibi iki kurabiye aldı.
Sonuç olarak yazıyı bitirdim ve önsözünü okulun kantininden yazıyorum. Akademik hayatım sağolsun, asla boş bir anım yok. Burada bitmezse dershaneye giderken yazmaya devam edeceğim.
Çok mızıklandım ama grubu nasıl tanıdığımdan bahsetmedim.
Yazın edinilen arkadaşlar genelde kışa kalmaz. “Yazın olan yazda kalır” sanırım işin bu kısmında da geçerli. Yazın sonlarına doğru Bodrum’da kalabalık bir arkadaş grubuyla tanıştığımda da aynısını düşünmüştüm.
Ama ilginç bir şekilde, kışa kaldık. Hepimiz şaşkınız. Birbirimizi bu kadar görmeyi hiçbirimiz beklemiyorduk bence. Ama Eylül geçti, Ekim geçti, Kasım geçti… birbirimizi görmeye devam ettik.
Aslında Can da bu gruptan. Müzik zevki de fazlasıyla iyi ama bana o kadar çok şey öneriyor ki altında ezilerek unutuyorum. Hangi birini dinleyeceğimi bilemiyorum ve tuhaf bir şekilde bu sefer hiçbir şey dinlemiyorum. Buna rağmen asla bana şarkı önermekten vazgeçmedi. Ben de çoğunu dinledim ama. Hakkım yenmesin.
Can’ın hep söylediği ve aklımda yer etmiş bir grup vardı: Kirli. Birkaç günde bir tekrar dinlememi söylüyordu. Bir gün bana önerdiği şarkıları dinlemememden bıktı, kapının önüne devasa bir boombox’la gelip beni şarkılara maruz bıraktı. Say Anything’imsi bir hava vermeye çalıştığını iddia ediyor, ama bence sadece inatçıydı ve beni sinir etmek istedi.
Birkaç hafta sonra metroya bindik beraber. Kulaklıkları bozuk olduğu için dinlediği şarkı tüm metroyu inletiyordu. Ve o kadar iyi bir parçaydı ki. Gitarlarıyla, sözleriyle, tınısıyla… her şeyiyle ham bir rock parçasıydı. Dürtünce kulaklıklarını çıkardı,
-Bana bu şarkıyı nasıl dinletmezsin, sana inanamıyorum, dedim.
Bana uzun uzun baktı, kulaklıklarından birini verip,
-Ben pes ediyorum, dedi.
Kirli’yle böyle tanıştım. Can’ın bitmek bilmeyen haklı ısrarları sayesinde. Dediğinin aksine, pes etmedi. Hala ekmeğini yiyorum müzik zevkinin. Bu röportaj o ve müzik dayatmaları olmadan olmazdı, yani tenk yu!
Buradan Baran’a ve Dilşad’a çok teşekkür ederim, gerçekten inanılmaz zevkli bir sohbetti. Toygar ve Seçil’le de umarım bir sonraki konserde tanışabilirim.
Bol keyifli okumalar! Kirli’nin Spotify hesabına şuradan ulaşabilirsiniz:
(Dilşad benim adıma ilk sorumu sordu.)
Dilşad: Sen kimsin oğlum?
Baran: Ben Baran, İzmir’den. Çanakkale’ye gitmiş, üniversite okurken de hayallere dalmış bir gencim. Üniversitedeyken herkesin gazıyla, işte “Oğlum yapamazsın, edemezsin, zor. Sana mı kaldı?” diyenlere inat bu grubu kurdum. Grubun ismiyle de Türkiye’de olan olayları anlatmaya, tepki koymaya çalıştım özellikle. Hepimizin zor zamanları oldu, hala da oluyor. İsimle beraber farklı bir nüans yakalamaya çalıştım. O sıralar farklı farklı grup isimleri de geliyordu aklıma. Türkiye’de bir Anadolu rock kültürü var, bunu biraz daha yakalayabiliriz diye düşündük. Kirli ismi böyle geldi. Sonra da sahnelere başladık. Ama tabii kuruluşundan beri kendi şarkılarını yazan, kendi kendini anlatan bir grup olmasını istedik ve kendi şarkılarımızı yazmaya başladık. Biraz şans mıdır, kader midir bilmiyorum ama pandemi patladı. Pandemi öncesi iki şarkı çıkartmıştık, çok dinlenmedi. Biliyorsun artık şarkılar duygular, iyisi-kötüsünden ziyade takipçi sayısı ve stream sayısına göre değerli oluyor. Bu rakamlar insanları daha değerli kılıyor. Çok güzel bir şarkı az dinlendi diye kötü bir şarkı olabiliyor, çok b*ktan bir şarkı iyi bir şarkı olabiliyor. Biz de bunun arasında kaldık. Ta ki bu yaza kadar. Bu yazdan sonra adam yerine konulmaya başladık. Artık bir şey söylediğinde inanıyor insanlar. “Ben şunu yapacağım” dediğin zaman, “Şunu düşünüyorum” dediğin zaman insanlar artık inanıyor.
Defne: O zaman belli bir eşiği geçtikten sonra mı dinlenmeye, adam yerine konulmaya başlıyor insanlar? Lafların kabul görmeye başlaması o eşikle mi oluyor?
Baran: Evet. “İki yıl içerisinde şu kadar insana hitap eden şöyle bir
grup olacağım” dediğinde insanlar “Olabilirsin” diyor. Çünkü artık o eşiği geçtin, o dinlenmeyi aldın, o başarıyı kazandın. Daha önce sürekli grup üyeleri değişiyordu, ta ki bu seneye kadar. Bu sene grupa Dilşad, Toygar, eskiden Ahmet vardı şimdi Seçil geldi bass gitara.
Defne: Gelmeden çok ciddi bir stalk işine giriştim. İşte Instagram’a bakıyorum, kim bassist kim gitarist diye falan. Çünkü daha önce elimde patlamıştı bir kere. Seçil’in bass gitara geldiğini, senin vokalist ve gitarist olduğunu, Dilşad’ın gitarist olduğunu öyle biliyorum. Toygar’ın baterist olduğunu da sen söylemiştin telefonda. Başka biri var mı?
Baran: Başka biri yok ama düşünüyoruz. Bir de klavye düşünüyoruz ama şarkılarımız çıksın önce. Konserlerimiz var şu anlık, onlara hazırlanıyoruz.
Dilşad: Konserleri bir atlatalım en azından da, sonrasına bakarız.
Defne: Seni tanıyalım biraz.
Dilşad: Ben Dilşad. Grubun gitarlarını ben çalıyorum, prodüksiyonunu ben yapıyorum. Aranjeler de bende, onları da ben yapıyorum. Müzikleri Baran’la birlikte yapıyoruz. Biz de çok saçma bir şekilde tanıştık aslında. Başka bir ekip vasıtasıyla tanıştık Baran’la. Sonra bana “Abi ben böyle bir şey yapacağım, gelir misin?” dedi.
Baran bana öyle söyleyince ben de “Olur, neden olmasın ki” dedim. Toygar var, asla ayrılmadığım bir adam. Seçil’le de başka ekiplerde beraber çalıyoruz. Ben müzisyenim zaten, hatta birazdan da sahneye gideceğim (gitarını göstererek güler). Başladık, “Şu şarkılar var, yapalım mı bunlarla bir şey” dedi, “Yapalım” dedim. Ben severim proje işlerini. Öyle başladık aslında. 8 sene mi oldu? 8 senedir çalıyorum.
Defne: Ailenizde müzikal altyapıya sahip, bu işle uğraşan birileri var mı? Altyapı etikiliyor mu?
Baran: Toygar’ın abisi özellikle.
Dilşad: Toygar’ın abisi, Ozan Abi ünlü isimlerle çalıyor. Ozan Abi’yle ben çok eskiden beri tanışıyorum. Özellikle son iki senede çok yakın olduk, dolayısıyla da Toygar’la çok yakın oldum. Kardeşim gibi oldu yani.
Baran: Çok yakın üç arkadaş olduk. Seçil de geldi şimdi, o da aramıza katıldı. Ama bu üç arkadaş “leb demeden Çorum” seviyesinde birbirini anlayabiliyor. (Dilşad’ı göstererek) Kalktığım saati bilir, yattığım saati bilir, o an yalan söyleyip söylemediğimi bilir.
Defne: Çok tehlikeli bir şey değil mi ya?
Baran: Çok tehlikeli. (Güler) Kaçamıyorsun çünkü. Uyuyorsun mesela, gece çok geç yattın. Uyanıyorsun, konuşmaya başlıyorsun. “Naptın abi?” “Şunları, şunları, şunları hallettim” falan. Uyandığın anda bir sersem olursun ya, o an yalan söyleyemiyorsun yani. “Oğlum bırak, yalan söyleme” muhabbeti oluyor. Biraz sıkıntı. Çünkü çok disiplinliler. Şöyle aslında, taşraan gelmiş kişiler için İstanbul ve ciddi çalışanlar çok farklılar. Çok profesyonel bu işi iyi yapan insanlar, dipte yapanlar da “Ya oğlum ne olacak, iki hafta sonra alırız kaydı. Mix gelmedi de boşver.” kafasına girebiliyorlar. Çünkü üretim aşamasıyla ciddiyet aşaması çok farklı. Zaten biliyorsun, çok az grup var, çalan çok az insan var.
Defne: Ama derine indikçe de iniyorsun. Mesela geçen seneyi düşünüyorum, ilk yaptığım röportajda “Bitti tamam” demiştim. “Herhalde İstanbul’da başka grup yoktur, toplasan iki-üç tane daha vardır, onları da nasıl bulurum” diyordum. Bir kere merak edip bakmaya başlamak yetiyormuş meğer. Tembellik konusunda haklısın bir yandan, bir sürü grup var aylardır albümlerini beklediğim. Hala da bekliyorum.
Dilşad: Bizim 20 Ocak’ta bu seneki ilk teklimiz çıkacak. Sonra arka arkaya bir şeyler daha çıkaracağız.
Baran: Hızlı üretime geçtik artık.
Dilşad: İlk beş ayımız şu an planlı. Onun haricinde ilk sahnemiz de 20 Ocak’ta Ankara’da. İlk çalacağımız festivalde yeni şarkıyı söyleyeceğiz.
Baran: O gün çıkıyor. Şarkıyı söyledikten üç saat sonra şarkı çıkmış olacak. O da güzel, çalmış oluruz.
Defne: Sıcağı sıcağına işte ne güzel.
Baran: Daha güzel olacak evet. Ankara’dan çok umutluyuz. Güzel bir konser olacak.
Defne: Müziğe nasıl başladınız?
Baran: Ben ilk televizyonda başladım, çok ufaktım. Babam o sıralar yurt dışında çalışıyordu. Ekipman almış, eve gönderdi. Bir bağlama bir de gitar geldi. Çok ciddi kavga ettiğimizi hatırlıyorum kardeşimle. “Sen aldın gitarı, yok ben aldım” falan.
Defne: Bağlamayla gitar mı dedin?
Baran: Evet, bir bağlama bir de gitar geldi. İki bağlama değil. Ben gitarı aldım, kursuna gitmeye başladım. O sıralar Barış Akarsu, Kazım Koyuncu falan var. Hiç konuşamadığım ama bir şeyleri anlatmak istediğim ik-üç insan vardır benim için, her zora girdiğimde kendi kendime onlarla konuşurum. Bir de Yavuz Çetin var bu listede. Hikayeleri belli zaten, bu toprakların insanları. Neyse, oradan tiyatroya merak saldım. Müziği bıraktım. Babam “Aç mı kalacaksın, başımıza sıkıntı mı yaratacaksın?” dedi. Babam Sözcü’de çalışıyor. “Git, iletişim oku bari. Adam ol.” dedi. Üniversiteye gittim, üniversite bitti.
Defne: Şu çok ilginç değil mi, başka bir şey yapmak isteyen, kalbini başka bir işe kaptırmış herkesin annesi babası iletişim okumasını söylüyor. Benim kuzenim de tiyatro yapıyor, o da iletişim okudu. Ama iletişimle uzaktan yakından alakası yok şu an.
Baran: Ama bu da çok kötü bir durum. Neyde mutlu oluyorsan onu yap yani.
Defne: Bir de ona harcayacağın zamanı başka bir şeye, profesyonelleşmek istediğin bir şeye harcamak yerine yapmayacağını bildiğin bir bölümü okumaya harcıyorsun.
Dilşad: Ben de iktisatı öyle okudum işte.
Baran: Yani çok saçma. Şu an Türkiye’deki eğitim sistemi de bu, kollektif eğitim sistemi yoruyor insanları. Üniversiteye gidiyorsun tamam, ama sonrasında yapmak istemediğin bir iş oluyor bu. Nasıl iş arayabilirsin, nasıl uzmanlaşabilirsin, nasıl kendini geliştirebilirsin? Annenin mimar olduğunu söyledin, annen o işi yapmak istemese, kendini geliştirmese, başka bir işe yoğunlaşsa. O meslekle arasında bir bağ kalır mı? Öğrendiği şeyi de unutur.
Dilşad: Sadece para kazanmak için yapar.
Baran: Sadece imza atar, yapar gider. Bu da saçma bir şey olur yani. Bir günde üç şehir gezeceksin diyip para verseler, üçüncü gün küfredersin sevmediğin bir işse. Halbuki bu sektörde hiç para almadan, mutlu olarak, koşa koşa gidiyoruz. Kendini mutlu hissedebiliyorsun.
Defne: Klişelerin klişe olmasının bir sebebi var. “Mutlu olduğun işte bir gün bile çalışmış hissetmezsin” var ya hani.
Baran: Kesinlikle. Çok ciddi bir psikolojik etmen. Dachau Kampı’nda bile bununla ilgili büyük tezler yazıldı. 10 Eylül müydü, o zamana kadar bekleyin diyorlar. 11 Eylül’de insanlar yavaş yavaş ölmeye başlıyor. Çünkü psikolojini bir noktaya kadar sıkabiliyorsun, devam edebiliyorsun. Bu iş de böyle aslında, Türkiye’nin genel sorunu tam olarak bu. Bu yüzden saçma sapan şeyler okuyor insanlar, saçma sapan işlere giriyorlar. Hiçbir zaman mutlu olmuyorlar ve depresyona giriyorlar. O yüzden fark ettiysen genelde depresif müzikler tutar.
Defne: Bir yandan da depresif müzikler şu yüzden tutuyor bence, dedin ya ülkedeki politik sorunları yansıtmaya çalışıyoruz diye. Oradan da tutuyor.
Baran: Aynen öyle, çok büyük etken. İspanya ya da Portekiz “Another Love” şarkısında oynayarak dans ediyor, bizimkiler hüngür hüngür ağlıyor. Ne değişti? İnsan yine insan, duygular yine duygular.
Defne: Peki Dilşad sen nasıl başladın müziğe?
Dilşad: Ben çocukken başladım, küçüklüğümden beri müzikle ilgileniyorum. Gitar çalmak istedim ama bizimkiler izin vermiyordu. Sonrasında bir gitar aldım, ilk öyle başladım. 6 yaşındayım ama gitar benden büyük. Standart gitar almıştık. O zamanlar Türkiye’de çocuk gitarları falan yoktu. Çalamıyordum. İlkokula başladım, üçüncü sınıfta Beykoz’da bizi konservatuar sınavına götürdüler. Orada saksafon bölümü kazandım. Orada okudum yarı zamanlı.
Defne: Gitar çalıyorken neden saksafon bölümünü seçtin?
Dilşad: Çalmıyordum o zaman. Duruyordu öyle. Gitar istiyordum da saksafona seçtiler. Onu yaptım biraz. Koleje geçtim, konservatuarı bıraktım. Saksafon çalmaya devam ediyorum, korolardayım. Yavaş yavaş gitara olan merakım arttı. Lisede başladım gitar çalmaya. Lisede grubumuz vardı, liselerarası müzik yarışmasında üçüncü olduk. İtalya’ya gittik, ödül kazandık. 9.sınıftaydım ben, sene 2011.
Defne: Deme öyle ya. “9.sınıf” ve “2011” aynı cümlede olmamalı.
Dilşad: (Güler) İtalya’da ödül aldık, sonra okulumuz kapandığı için Doğa’ya geçiş yaptık aynı grup olarak.
Defne: Seni ailen destekledi o zaman, saksafon falan?
Dilşad: Tabii, ama üniversitede müzik okuyacağım dediğimde ortalık karıştı.
Defne: “Elinde bir iş olsun, hobi olarak yaparsın.”
Dilşad: Sinema-Televizyon okuyayım bari dedim. En azından daha ilgilendiğim bir alan. Babam karşı çıktı, işsiz kalırsın dedi. Ben tercihlerimi yaparken ÖSYM şifrelerimi falan değiştirdiler hatta. YGS-LYS dönemiydi bunlar. İletişime de izin vermediler, babamın isteğiyle iktisat okumaya başladım. Şu an da okumaya devam ediyorum, müzik kulübündeyim falan. Ben lisedeyken burada kaçak kaçak barlara girmeye falan çalışıyorduk. Daha yüzümde sakal falan yok, yakalasalar ne yapardım kim bilir. Burada bir müzik dükkanı vardı, oraya takılıyordum. Herkes dershanede test çözüyordu, ben buralardaydım. Sonra çalıştım bir şekilde, iktisatı tutturdum. Üniversitede de sesçilik yaptım mekanlarda. Çok iyi hatırlıyorum, bir kere eve gelmiştim gece üçte. Sabah sınav vardı, kalkıp sınava gitmiştim erkenden. Baktım bu işi yapıyorum, bu işi öğrenmem gerek dedim. Ekiplerim oldu, onlarla çalmaya başladık. Şu an çaldığım 6 ekip var, Kirli dahil. Hayatımı buradan kazanıyorum sonuçta. Böyle yani.
Defne: Zaten isminin hikayesini ufaktan öğrendim ama, tam hikayesi ne? Bir de grup nasıl kuruldu?
Dilşad: Baran anlatsın onu, ben daha geç katıldım gruba.
Baran: Üniversitedeyken 17 bomba patlatılmıştı, Soma olayları olmuştu. O zaman tabii düşünceler biraz daha farklı. Şimdi üstünden beş yıl geçti. Biraz daha öfkeliydim o zamanlar, şimdi biraz daha hesap sorma gibi. O zaman iki arkadaşım vefat etmişti bir de. Ben üniversiteye giderken onlar askere gitmeyi tercih ettiler. Ben de askere gitmek istiyordum aslında. Asker olmak istiyordum. Onların kaybıyla ve olayların patlamasıyla beraber… ya askere gidip onlarla savaşacaktım, ya orduya katılacaktım, ya da daha mantıklı bir şey yapacaktım. Film çekeyim dedim, olmadı. Senaryolar yazmaya başladım. Kitap yayınlasam dedim, yazdığım kitapları ben de beğenmiyordum zaten. Kitap yazmak daha kolaymış, şimdi düşününce fark ediyorum. Editöre verebilirdim.
Defne: Kendine bağımlısın ya, onunla ilgili bence. Sen yazıyorsun ve büyük bir kısmı bitiyor. Müzik tam olarak öyle değil. Başka insanlara bağımlısın, torpil üzerinden dönen bir sektör, hiçbir şey kesin değil, her zaman kaygan zemin…
Baran: Ya çok çok şanslı olacaksın, ya da çok büyük paran olacak. Hikaye böyle başladı yani. İlk terk edilişler, ilk duygusal anlar müzikle birleşmeye başladı. Dört yıl önceki müzik piyasasıyla şimdiki arasında dağlar kadar fark var. Sosyal medyada çok zor ünlü oluyorsun artık, eskiden daha kolaydı. Çok fazla içerik var, herkes bir şey yapmaya çalışıyor, ve bir fark yaratma peşinde değil kimse. Kendine has bir marka yaratma peşinde değil.
Defne: Neyin peşindeler sence?
Baran: Genelde herkes paranın peşinde bence. Gidelim, eğlenelim, yiyelim, içelim… şu an piyasa böyle. Kimse ülkede X okuluna gidip de bir şeyler anlatma, farkındalık yaratma peşinde değil. Herkes parayı kazanayım, arabam olsun derdinde. Müzik endüstrisi oraya girdi, marka saymaya başladılar. Biraz daha duygusal bakıyorum ben. Cem Karaca’nın, Barış Akarsu’nun bıraktığı bayrağı bizim almamız gerekiyor. Tabii piyasadaki birine söyleyince “Ya s*ktir…” diyorlar. Birilerinin elini taşın altına koyması lazım.
Dilşad: Ben de böyle başladım. Nereye gidersem gideyim, ne yaparsam yapayım, yeter ki ortaya iyi bir şey çıksın diyordum. Tek amacım buydu. İyi müzik çıktıktan sonra her şey yoluna girer.
Defne: Toplumun önemsediği şey o olunca kaçınılmaz oluyor. Para, anlık şöhret olmak… kimsenin düşünce aşılama derdi yok. Şöyle de bir şey var, o düşünceyi aşılamak isteyen de çok kapalı bir şekilde yapmak zorunda çünkü diğer türlü o düşünceyi aşılamaya ikinci bir fırsatı yok.
Dilşad: Bu arada Kirli protest rock grubuymuş gibi olmasın. Aşılamaktan ziyade bizim düşündüklerimiz, yaşadıklarımız var. Bizimle aynı hisleri paylaşan insanlar var mı, bu önemli. Bence çoğu şarkımızda biz bunu yakaladık. “Ah Aman Aman”da mesela. İnsanların bizimle bunları paylaşabildiğini düşünüyorum. Protestlik de var, sonuçta sanatçı dediğin insan gündemi kaçırmamalı, haksızlık neredeyse onu söylemeli, orası ayrı konu. Ama en nihayetinde müzik bir duygular bütünü olarak çıkıyor. Aşk, sevgi… fark etmez.
Defne: Bu kadar sorun konuştuk, daha hafif bir yere çekiyorum: kayıt günleri nasıl geçiyor? (Gülerler)
Dilşad: Çok iyi soru.
Defne: Nasıl çevirdim ama.
Baran: Son bir haftadır… (Güler)
Dilşad: Yeni şarkılar için mi?
Defne: Genel olarak tüm şarkılar için.
Dilşad: Baran bana geliyor, “Abi ben şöyle bir şey yazdım!” diye. Atıyor, ben de içimde canlanan şeye bakıyorum. Ondan sonra provaya girelim diyoruz, “şurası şöyle olsun, burası böyle olsun” falan filan. Şarkının bir hali çıkıyor. Demo kaydediyoruz, bakıyoruz ne yapmışız, ne yapılabilir diye. Konuşmalar dönüyor. Son haline getirdiğimizi düşündüğümüz anda başkalarından fikir alıyoruz. Bu mesleği yapan abilerimiz var, onlara eksiklerimizi soruyoruz. Ne olmalı ya da ne olmamalı, hissiyat falan. Onlar da baktıktan sonra kaydediyoruz.
Baran: “Ah Aman Aman”da da aynısı olmuştu, diğer şarkılar için de geçerli: vardır ya komşu çocuğu gitar çalar, “off!” yaparsın falan. Oradan çıkıp da o şarkıyı yakalamak…
Dilşad: Çok başımıza geldi, Tiktok’ta falan görüyoruz. Sesli oluyor ya, birden duyuyoruz, şaşırtıyor.
Baran: Şarkı patladığında Alaçatı’da çalışıyordum. Gelen müşterilerden biri de şarkıyı açmıştı. Sonra buraya gelince de aynısı oldu. Tekelden sigara alacaktım, orada da şaşırdım.
Dilşad: Üç hafta önce İzmir’deyiz, sigara içiyoruz. Bir çocuk geldi yanımıza, “Abi sigara alabilir miyim” falan dedi. Sigara içerken de kayıtları konuşuyoruz, “Aa, müzisyen misiniz?” diye sordu. “Kirli’yiz” dedik. “Abi siz ciddi misiniz!” falan dedi. Fotoğraf çektirdik. Biz de şaşırdık, ilk defa geliyordu başımıza.
Defne: Ben de sizi öyle keşfettim. Metroda bir arkadaşımın kulaklığından geliyordu. Hangi şarkıydı… “Kime Sorsam” dinliyordu.
Baran: Ben hiç beğenmiyorum onu. 10 dakikada kaydetmiştik.
Dilşad: Ben seviyorum onu ya. O en son İzmir’deki olay bitiriciydi. Kaldık ikimiz de, ne yaşadığımızı anlayamadık.
Baran: İnsan bir garip oluyor. İnsan en çok neyden zevk alır? Sevgiden mesela. Daha fazla zevk aldığım bir şey bu.
Dilşad: İnsanlar bizimle aynı hisleri paylaşmışlar belli ki, insanlara dokunabilmişiz. Ben ona seviniyorum.
Baran: Seninle beraber düşünen milyonlarca insan var, bu insanlar seni anlıyor. Çok güzel bir duygu.
Dilşad: Yeni şarkılar geldi bana bir şekilde (Güler), aranje ettim falan. Provada çaldık sonra. Bir şarkıda bass gitarı Yağmur çaldı bu arada, çok da güzel çaldı. İyi bir müzisyendir, arkadaşım diye söylemiyorum. “Abi, şu bassı sen çalar mısın?” dedim. Sanki beni dürtmüşler gibi. Çocuğa hiçbir şey anlatmadım, ama tam benim istediğim gibi çaldı. Yağmur benim çok eski arkadaşım, yediğim içtiğim ayrı gitmez. En görüşmediğimiz günde bile bir 10 dakika konuşur birbirimize rapor veririz. Bir çaldı, attı, kayıt bana geldi. “Bir daha çalayım mı” falan dedi de, olmuştu yani. O hali olmuştu. Hissiyat olarak oydu. O şarkıyı sonra çıkartacağız ama, kıyamıyorum. “Başkasıyla paylaşırken tuhaf olmuyor mu, o şarkı özeliniz değil mi” gibi bir soru almıştım daha önce. Evet, birileri dinlesin diye yapıyoruz ama bu şarkıda anladım onu. Evde kendi kendime dinleyeyim ben, bende kalsın falan. Videoların altına şey yazıyorlardı bir ara, “Sizi kimse keşfetmesin, ben dinleyeyim.”
Defne: Ama o kadar doğru ki bu! Şöyle doğru, mesela ben bir grup keşfediyorum ve arkadaşlarımla paylaşmak istiyorum. Ama bir şey durduruyor beni. O güzelliği benden başka kimse bilmesin istiyorum aynı zamanda, sadece ben bileyim, ben dinleyeyim. Ama bir yandan da çok ünlü olsunlar ve radyoda şarkılarını duyayım. Gatekeepleme duygusunu anlıyorum. Bir dergiye yazıyorum, röportaj yapıyorum ama mesela bunu yayınlamak istemiyorum. Yayınlayacağım, orası ayrı konu.
Baran: Emin ol, o kadar zor günler geçirdim ki. İki iş dışında her işi yaptım. (Güler)
Defne: O zaman herkes duysun. (Baran güler)
Baran: Bizi duyan insanlar duysun.
Dilşad: Bizi anlayan insanlar duysun.
Defne: Söz yazmanın bir formülü var mı? İki artı iki eşittir dört, yumurta artı süt artı un eşittir kek gibi?
Baran: Ben inanılmaz bir Cemal Süreya fanıyım.
Defne: Gerçekten mi! (Sevincimi anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır)
Baran: “Keşke Yalnız Bunun İçin Sevseydim Seni” diye şiiri var.
Defne: “İki çay söylemiştik orada, biri açık. Keşke yalnız bunun için sevseydim seni.”
Baran: “Olur mu anımsamamak Onaltıncı Louis'yi
14 Temmuz 1789 akşamı, Louis,
Şöyle yazmamış mıydı defterine:
"Bugün kayda değer bir şey yok.."
Baran: Aslında XVI.Louis giyotinle idam ediliyor. Öyle bir şey olmamış gerçekte, araştırdım. Ama Cemal Süreya’ya o kadar değer veriyorum ki, dövmesini yaptıracak kadar seviyorum. (Kolunda dövmesi varmış Fransızca, “Il n’y a rien de remarquable aujourd’hui"). Farklı bir şair benim için. Edebiyatı da çok severim, kompozisyon yazmayı, yazı yazmayı… Evde hala yazı yazıyorum. Her ne kadar babam tiyatro muhabbetine kızsa da Ferhan Şensoy’la tanışmış bir adam. Tanıştıktan sonra da hayranı olmuş. Haldun Dormen’in verdiği öğütleri bana söylemişti, “her gün 20 sayfa yaz” diye. Yazamıyorsun tabii, ama deniyorsun. Yaşar Kemal’i de çok severim bu arada.
Defne: Bir de Nazım Hikmet.
Baran: Bizim ülkede her şey var aslında. Tabii ki etkilenip aldığımız şeyler de var, ama toprağı verimli bir ülkeyiz sonuç olarak. Özellikle edebiyat konusunda çok ilerdeyiz, dünyayla yarışabilecek bir yerdeyiz. Sadece o popülerliği yakalamıyoruz. O popülerliği yakalamak için de sürekli üreten insanlar olmamız lazım, sahip çıkmamız lazım, değer vermemiz lazım.
Defne: Bence birazcık da derinleştirebilmek lazım. Edebiyat açısından mesela, çok yüzeysel kaldığımızı düşünüyorum bazı açılardan.
Baran: Kesinlikle. Ama bir yandan da her şey var baktığında. Bütün mitolojiler buradan çıkma. Biz Hititlerle, Sümerlerle ilgili bir şey okuyamıyoruz okullarda ama. Antik Yunan’ı burada yaşayabiliyoruz, 7 Harika’dan ikisi Türkiye’de, buna da sahip çıkamıyoruz. Bergama, Efes… sahip çıkabilirsek harika olacak. Soruya geri dönelim ya dur. Söz yazmanın bir formülü yok kısaca. İki tür söz yazılır, birinde önce söz yazılır üstüne müzik yapılır ki bana göre en zoru o. Kimisine göre o daha kolay ama bana daha zor geliyor. Birinde müzik vardır, üstüne söz yazılır. Evde dolu dolu defterlerim vardı, söz yazdığım, bir şeyler yazdığım. Arada açar bakarım neler hissetmişim, neler yazmışım diye. Mesela biz burada oturuyoruz bugün, eğer eve giderken notlara yazarsam neler yaptığımızla ilgili… bunu biraz da ütopik yaparım bu arada. Realist olmaz yani.
Dilşad: Biz şarkı yazarken şöyle oluyor olay, ben müzik yazmış oluyorum, aklıma gelmiş oluyor bir şeyler. Konuşurken bir şeyler çıkıyor, belki Baran üstüne yazıyor. Bazen de şöyle oluyor, bir melodi buluyorsun, “Buna şöyle bir söz yazarım” diyorsun. Onu yapıyorsun.
Defne: Ne tüketiyorsunuz müzikal açıdan? Barış Akarsu, Cem Karaca falan demiştin.
Baran: Şu an özellikle Yasmin Levy dinliyorum. Yahudi bir şarkıcı, İspanyolca şarkıları da var. Çok güzel bir sesi vardır, Firuze’yi falan da çok güzel yorumlamıştır. Led Zeppelin dinlerim arada. Son zamanlarda Red Hot Chilli Peppers da çok dinliyorum. Soundları hoşuma gidiyor.
Defne: Bass’ın ağırlıkta olduğu sanatçılar çok farklı oluyor. Muse da öyle mesela.
Dilşad: İki saattir düşünüyorum ne dinliyorum diye… çok karışık benim ya. Müzisyen olduğum için çaldığım projelerdeki şarkıları dinlemek zorunda oluyorum. Wrapped çıktı ya, bir açtım baktım…
Defne: Wrapped’lerinize bakabiliyor muyuz?
Dilşad: Benimkine bakma. (Güler)
Defne: Çok mu kötü?
Dilşad: Bütün çaldığım işler var orada, hiç gerek yok. Beni yansıtmıyor yani.
Baran: Ben Amy Winehouse dinlemişim çok, bir o aklımda kaldı.
Dilşad: Çamur’u çok dinlemişim. 96’dan beri müzik yapan bir grup.
Baran: Benim de üniversitede organizasyon yaparken tanıştığım bir grup. Çok kral adamlar.
Dilşad: Müthiş bir grup. “Aksak” çok iyi parça, “Meliha” çok iyi parça. Çamur grubundan biriyle çok yakınız biz. O şeyi anlatmıştı, adamın biri “Meliha” şarkısını o kadar beğenmiş ki meyhane açmış.
Baran: Bu olay ben Çanakkale’deyken oldu. Çanakkale’de çalışırken birden “Çamur geliyor” dediler. Dinliyorsun zaten, barda çalıyor hep. İzmit’ten tanışan bir arkadaş grubu başka bir şehre geçiyor, o şehirde de o şarkıyı hep çalıyorlar. “Ne güzel şarkı yazmış adamlar” diyorsun, ama bilinen bir grup değil.
Dilşad: Çok underrated bir grup.
Baran: Sonra konsere geliyorlar. Geçen onu konuştuk kardeşimle, grubun bir üyesiyle taa 2018’den tanışıyormuşuz. Beraber takılmışız, üstünden birkaç sene geçmiş falan. Murat Abi’nin yeri çok ayrı bende.
Dilşad: Çamur’un basçısı. Bu aralar ne dinliyorum başka ne dinliyorum… Cory Wong dinliyorum. Barabar dinliyorum. Türkü dinlemeyi de seviyorum. Müthişler yani. Geçenlerde tanışma fırsatım da oldu. “Abi geldim konserlerinize, size bayılıyorum.” falan dedim. “Öyle mi ya” falan diyip bir şarkı çaldılar kimsenin bilmediği. Ben o şarkıya bitiyorum. Çok güzel çok seviyorum. Aslında şeyi bilirsin, konuşmuştuk. “Leyla ile Mecnun” orada şey var…
Baran: Hop!
Defne: İsmail Abi! Evet biliyorum. Bayılıyorum o adama.
Baran: O çalıyor orada.
Defne: Gerçekten mi!
Baran: Medcezir’i izlemişsindir?
Defne: Yok izlemedim ama biliyorum.
Dilşad: O zaman Mucize Doktor var ya? Oradaki başrol de solist.
Defne: Ben bunu nasıl bilmem ya. İnanamıyorum. Bakacağım kesin.
Dilşad: Baran aç Spotify’ını bakalım ne dinlemişsin.
(Burada Baran’ın Spotify’ına baktık ama tam o sırada bir tır geçtiği için kayıtta duyulmamış her şey. Çok ufak tefek parçaları beş-on kere dinlememin sonucu çıkarabildiklerimi yazıyorum.)
Baran: U2, Red Hot Chilli Peppers var… Whitesnake var. Queen var.
Dilşad: Bende de U2 var, Red Hot Chilli Peppers var.
Defne: Annemin bana ilk dinlettiği iki gruptan biri U2. Bayılırım.
Dilşad: Müzik zevkimi topladığım bir liste yaptım kendime.
(Burada da Dilşad’ın listesini detaylı inceledim ama yine tır geçiyordu. Bundan sonra tırsız bir yerde yapacağım röportajları söz. Ama üç farklı şekilde yaklaşık 10 kere başa sarıp dinledim bu kısmı. Valla elimden gelenin en iyisini yapıp yazıyorum.)
Dilşad: Çamur, Toto…
Defne: Toto’yu bilen biriyle konuşmak sevindirdi beni. Yani tabii benden büyüksün, bilmen normal ama genelde çok bilen olmuyor. Ya da ben denk gelmedim belki.
Dilşad: Ben Toto çok dinlerim, Whitesnake de öyle. Bazı tarzları çok beğenmiyorum sadece, bana hitap etmiyorlar.
Defne: Bir yandan da neredeyse tüm genre’ları dinliyor olmak çok işine yaramıyor mu? Sektörü tanımak, kim napıyor, kim napmıyor bilmek falan.
Dilşad: E tabii, son iki senede şeyi fark ettim zaten: kolay iş diye bir şey yok. Büyük pop sanatçılarının neden büyük pop sanatçıları olduğunu anladım. Ekipler, arkadaki adamlar harika oluyor. Neden orada olduklarını anladım.
Defne: Çok küçük yaşımdan beri rock kültürü aşılandı bana. Kendimi bildim bileli Kargo, Red Hot Chilli Peppers, Beatles falan dinliyorum arabada. Onları dinlememe ve onlara aşina olmama rağmen bazı pop sanatçılar benim de hoşuma gidiyor. Çünkü iyi yapıyorlar o müziği. İşini iyi yapınca da dinleniyor.
Dilşad: Ben de Deep Purple hastasıyım mesela.
Baran: “Perfect Strangers”… of.
Dilşad: Müziğin gerçekten bir enerjisi var.
Defne: Sözlerden konuştuk, sound olarak ne amaçlıyorsunuz? Dinleyiciye geçirmeye çalıştığınız duygu ne?
Dilşad: Bizimle aynı şeyleri paylaşsınlar.
Baran: İki farklı duygudan bir şeyler anlatmaya çalışıyoruz. Umutsuzluk biri. Biliyorsun, dünyada hiçbir şey bitmez. Her şey değişir. Bu algıyla değişen şeyleri yenisine yormak. Bittiyse bitmiştir diyebilmek. Büyüdüğünü görebilmek. Değersiz hissettiğin anlardan kurtulabilmek. Biraz daha umutlu olabilmek yani.
Dilşad: Sound dediğimiz şeyle anlatmak aslında farklı şeyler. Bizim açımızdan… nasıl anlatsam? Daha rock ağırlıklı bir sound sanırım. O yüzden klavye konusunda tereddütlüyüz mesela. Pop sound’undan uzak olsun istiyoruz. Klavyeden ziyade belki de daha gitar grubuyuz sound açısından.
Baran: Biraz da evrildi aslında. Üç dört yıl önce rap çok yüksekteydi. Arctic Monkeys mesela, biraz daha rap sound’u vardı onlarda da.
Dilşad: Bizdeki sound biraz daha kamyon. Daha gürül gürül, gitar hissi çok. Whitesnake dinliyorsun mesela. Sahneye çıkıyorlar, gürül gürül gitar geliyor. Kamyon geliyormuş gibi.
Baran: Rapçiler de sahneye orkestrayla çıkıyor. Ceza başlatmıştı onu da. Bass gitar, klavye, bir DJ daha. Bizi biraz da değiştiren Pinhani oldu. “Dünyadan Uzak”, “Bilir O Beni” falan. Çok iyi insanlar hepsi.
Dilşad: Dıdıdıdıdı… (Şarkı mırıldanmaya başlar)
Defne: Mesela bunları yazıya… (Gülüşmeler)
Dilşad: Ben hep böyleyim, sen bakma bana. Sabah da Baran’la müzik teorisi konuşuyoruz. Bunları kafada tutmak gerekiyor hep. Kafamın içinde hep bunlar dönüyor, çünkü böyle gelişen şeyler bunlar.
Baran: Biraz obsesifliğe dönüyor.
Dilşad: “Obsesif değilim” diyorum ama kabul etmeye başladım yavaş yavaş.
Defne: Bir keresinde biri bir röportajda “İyk” gibi bir ses çıkardı. Ama şimdi kayıt o, nasıl yazıya dökeyim? Düşünüyorum ne yapabilirim diye. Aklıma aksan koymak geldi. E’nin üzerine şapka koymuştum. Onu hatırladım birden, flashback yaşadım. Peki, aşk bir mesele, ekonomik sıkıntılar bir mesele, politik sorunlar bir mesele. Böyle bir meseleniz var mı dinleyiciye aktarmak istediğiniz?
Baran: Aşkı yaşaman için paran olması gerekiyor.
Dilşad: Ya, oğlum onu söylemiyor ki. Bekle bi. Biz aslında hepsini anlatmaya çalışıyoruz. Bizi dinleyenler bizimle paylaşsınlar.
Defne: Aslında güzel başladı. Şeyi örnek verecektim. Duman mesela, “Köpekler”de Madımak’tan bahsediyor. Ama aşktan da bahsediyor “Bal”da, “Yürek”te…
Dilşad: Demin bahsettiğimiz olay da o aslında. Bizim içimizden geçen her şeyi paylaşıyoruz. Bizi yakalayan herhangi bir yerden yakalayabiliyor çünkü her şeyden bahsediyoruz. Tek bir konu seçemeyiz ki. Sadece aşk değil. Memleket sevgisi de bir aşktır mesela.
Defne: Grubun bir dönüm noktası var mı? Bir anektod, şarkı…
Baran: Var. Tiktok’ta patlaması.
Defne: Başka bir şey var mı?
Dilşad: Çok var. Toygar’ın ekibe girmesi, yazın anlaşma için koşturmamız, insanların bizi araması. Bunların hepsi Kirli için yeni bir dönüm noktası.
Baran: (Güler) Evet, her an her şey olabilir çünkü.
Dilşad: Şansa bağlamayacağım bunu. Çok aksilikler yaşadık, nasıl döndük bunlardan. Şu an hala yaşamaya devam ediyoruz.
Defne: “Ah Aman Aman” çok güçlü bir parça, sonraki parçalar için aklınızda nasıl bir fikir var?
Baran: Son kaydettiklerimizde geçecek potansiyele sahip parçalar var.
Defne: Hep single yayınlamış olmanızın bir sebebi var mı?
Baran: Var. Ben albüm istiyorum ama yapım şirketleri daha çok single istiyor.
Dilşad: Ben EP istiyorum. Büyük sanatçılar albüm yapıyor, ama büyük olmadıkça tutmuyor. Konsept albümlerin çoğu konsept albüm değil bile.
Baran: Türkiye’de bağımsız olmak da imkansız. Duman 1 & 2’nin üstüne kimse geçemez. Aynı anda iki albüm yayınlayabilen ve iki albümden de büyük hitler çıkarabilen bir grup. Kaç yıl oldu, 12 mi? Hala dinleniyor.
Dilşad: 2003’te çıkmıştı işte okula başlamıştım.
Defne: Dilşad beni bugün çok yaralıyorsun.
Baran: (Güler) Ya kıyamam. Çok kötü baktı.
Dilşad: Pardon. Konsept bir albüm isterdim 12 parça olacaksa. Yoksa büyük bir albüm olmasın. En azından yarısı konsept olmalı, akmalı. Kalanı da onu desteklemeli.
(Baran burada o kadar gülüyordu ki nefessiz kaldı. Dilşad’la konuşmaya çalışıyoruz, o sırada sandalyede savaş veriyordu. En sonunda önündeki americano sağolsun, yaşadı.)
Defne: EP güzel olabilir.
Dilşad: Çıkacaklar harici üç-dört parça daha var, belki onlarla.
Defne: Biraz absürd bir soru ama, çaldığınız entrümanlara isim veriyor musunuz?
Baran: “Asuman”. Ferhan Şensoy’un metaforundan yola çıkarak böyle bir isim koydum.
Dilşad: Galiba Seçil isim veriyor, ismini unuttum şimdi. Bu arada katılmayı çok istediler ama çalışıyorlardı gelemediler.
Defne: Olsun. EP çıkınca bir daha.
Dilşad: Ben koymadım hiç. İsim koyabileceğimi düşünmedim.
Defne: Franz Ferdinand’ın, Beatles’ın şarkılarından esinlenen bir arkadaşım var mesela. “Jacqueline”, “Eleanor” gibi.
Dilşad: Ben hiç düşünmedim valla. Bilmiyorum, aklıma gelmedi.
Defne: Pandemi nasıldı?
Baran: B*k gibiydi. Çok sıkıcıydı. Bize denk gelmesi beni üzdü.
Dilşad: Tam pandemi öncesi aktif müzisyenlik hayatımın zirvelerindeydim. İşler yoluna girmişti. Birden pandemi geldi. İşsiz kaldım, evde yattım. Müzik açısından iyi oldu bir yandan da, eksiklerimi tamamladım. Kendimi geliştirdim. Ama onun harici yok.
Baran: Çok kötüydü abi. Ben tam tersi büyük bir depresyona girdim. Alkolik oldum resmen, çok kilo aldım. Babam “Böyle mi ünlü olacaksın, git tipini düzelt” dedi. Gittim spora yazıldım sonra. Pandemi de allahtan bitti ama şimdi ekonomik kriz var. Onun bitmesini bekliyoruz.
Dilşad: Ben hala şurasındayım işin: ne olursa olsun dünya iyi şeyler yaşıyor. Bir şeyler devam etmek zorunda. “The show must go on.” Ne olursa olsun, sen müzik yapmak istiyorsan müziğini yap. Dış etkenleri hiçbir zaman düşünme. Değil mi Barancım?
Baran: Hıhı, evet.
Dilşad: Müzik yapmak istiyor musun? Evet. Yap o zaman. Ne tutuyor ki seni?
Defne: Farkındalık güzel de bir noktada varoluşsal krize götürüyor.
Baran: Kesinlikle.
Dilşad: Benim dediğim noktada varoluşsal krize girmiyorsun.
Defne: Çok içselleştirmeden belki.
Dilşad: Aynen öyle. Çok basit bir örnek. Fifa oynamayı çok seviyorum, Playstation alabilecek gücüm de var. Ama almıyorum. Çünkü gitar çalışmam lazım. Sevdiğim bir şeyden vazgeçiyorum. (Baran’ı göstererek) Bu da tam tersi.
Baran: 10 saat evde gitar çalıyor mesela.
Defne: İnanılmaz bir irade gerçekten.
Dilşad: Sahnede çalıyoruz, eve geliyorum. Gitar çalıyorum. Geçenlerde bir sahneden geldik. Elim gitara gidiyor ama gözüm kapanıyor.
Baran: Neler neler… bunlar cidden kafayı yemiş. Görüyorum sinirim bozuluyor. Bu kadar olmaz lan, bi dışarı çık. Gez, toz. Yok abi. Telefondan görüntülü konuşurken bile.
Dilşad: Ben kendimi burada tutmak istiyorum.
Defne: Pandeminin güzelliği de bu herhalde. Tek bir şeye odaklanıp sadece onun üzerinde çalışmışsın.
Dilşad: O açıdan iyi oldu evet.
Defne: Film, dizi, kitap falan?
Dilşad: Friends’i öyle bitirdim ben. Boş bir şey izlemem gerekiyordu. Boş derken…
Defne: Bunu biraz kişisel aldım. (Yazar notu: Soruları yazdığım defterim Friends temalıydı. Baran bunu diyince koptu.)
Dilşad: Lord of The Rings de öyle. Ağır konulu şeyleri gitar çalarken izleyemezsin.
Defne: Bir saniye, sen bunları gitar çalarken mi izliyorsun?
Dilşad: E tabii.
Baran: Elinden düşürmüyor. Yani cidden düşürmüyor.
Dilşad: Gitar çalışırken Friends açıyorum mesela. Her bir bölümü ayrı ya, takip etmek zorunda değilim. Kafamı yormak zorunda değilim.
Defne: Dizi izlerken bile çaldığını düşünmemiştim.
Dilşad: Gitar değilse bagetle çalışıyorum. Farklı enstrümanları da bilmeliyim. İyi bir gitarist birkaç parça çalacak kadar bateri bilmeli bence. Çünkü ben davulcuya derdimi anlatabilmeliyim. Bir arkadaşım pad vermişti. Dizi izlerken onu çalışıyorum, bırakıyorum gitara geçiyorum falan. Kitap konusunda da… bayağı bir alışkanlığımı kaybetmiştim. Birkaç hafta önce tekrar başladım. Alper Canıgüz diye. Onunla tekrar başladım. Dave Grohl’u biliyor musun?
Defne: Foo Fighters’ın vokali?
Dilşad: Aynen o. Onun hayat hikayesini okuyorum şimdi.
Baran: Ben sektörden biraz koptum. Eskiden filmleri falan çok takip ederdim. Çok okurum ama, seviyorum okumayı. Don Kişot mesela. Dino kardeşler Yaşar Kemal’e mentorluk yapmaya başladıklarında her sene dört kere Don Kişot’u okumasını söylüyorlar. Rus edebiyatını çok severim. Dostoyevski mesela.
Defne: Turgenyev?
Baran: Severim. Hugo’yu severim. Jean Jacques Rousseau’yu severim. Biraz psikolojik şeyleri de seviyorum. Freud hoşuma gidiyor.
Dilşad: Kafka hastasıyım ben de.
Defne: Onun da psikolojisi bozuk. Milena’ya Mektuplar’da görülüyor.
Dilşad: Ben Dava’yı okudum. 9.sınıfta okunmamalı, bunu söyleyebilirim.
Baran: Oğuz Atay okudun mu?
Defne: 7.sınıfta okumuştum, sonra bir daha okudum. Çağının çok ilerisinde bir roman. Aşabilmiş bazı bariyerleri.
Baran: Benim her sene okuduğum kitaplardan. Yaşar Kemal’i de çok seviyorum.
Defne: Bir türlü ısınamıyorum Yaşar Kemal’e. Bir sürü kitabını okudum, bir türlü ısınamadım. Şimdi Mina Urgan’ın “Bir Dinozorun Anıları”nı okuyorum, oradaki anektodlarla biraz ısındım.
Baran: Yaşar Kemal araştırmacı yazar aslında. Çok farklı bir kültürden geliyor. Nejat İşler’i severim. Bukowksi de severim.
Defne: Konser planı var mı?
Dilşad: Var. Haftaya İzmir’de bir tane var. 20 Ocak’ta Ankara var.
Baran: Şubat’ta da yine İzmir, Ankara, İstanbul. Diğer şehirler de var planda.
Defne: Müziğe ilk başladığınızda kitle nasıldı, şimdi nasıl? Ülkenin atmosferi, dünyanın atmosferi kitleye etki ediyor mu?
Baran: Ediyor. Mesela 80’lerdeki o özgürlükçü çağla rock patlamıştı. Her şey politik aslında.
Dilşad: Aslında ülkenin atmosferinden ne kadar etkileniyorsan emin ol herkes o kadar etkileniyor. Bizim bir şeyleri anlatma fırsatımız var. Bazı insanlarda bu yok.
Defne: En çok neyi dert ediyorsunuz hayatta? Neye takılıyorsunuz?
Baran: Yalan.
Dilşad: Ben de yalan. Laf taşınması falan.
Baran: Yapma ya, gerçekten.
Dilşad: Birine bir şey söylersin mesela. Gider başkasına söyler. Aşırı sinir oluyorum.
Baran: Aşağılanmışsın gibi oluyor. Yalan söylediği an patlıyor.
Dilşad: Ben her şeye çok kolay sinirlenebildiğim için düşünsem bulurum mutlaka.
Defne: Çok rahat görünüyorsun aslında. Marshmellow görünüyorsun biraz. (Gülüşmeler)
Dilşad: Bir de provada gör. Alakası yok. Çok gergin bir insanım aslında.
Defne: Röportajın haddini çok açmasını istemiyorum, o yüzden kendinize ya da birbirinize birer soru sorup cevaplar mısınız?
Baran: Soruyorum. (Derin sessizlik) Aklıma gelmiyor. Her şeyini bildiğim için soramıyorum.
Dilşad: Aynen ben de. Her şeyi bilince olmuyor.
Defne: O zaman bitiriyorum burada. Söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Dilşad: Toygar’la Seçil’in çok selamı var. Bizimle idare ettin bugün.
Defne: Olsun napalım. 4’te 2 gayet iyi bir oran bence.
Dilşad: Grubun kötü tarafına kaldın.
Baran: Onlar biraz daha medeni.
Comments