Progresif müzik, alışması zor, alıştıktan sonra bırakması daha da zor olan ve içinde türlü disiplinler barındıran bir garip müzik türü. Bu türün belki de göreceye izin vermeden en başarılı gruplarından birisi: Porcupine Tree.
Grubun beyni Steven Wilson'un 2018 yılında açıklama yaptığı üzere artık tüm grup üyelerinin solo çalışmalarına yöneldiği ve bir daha bir araya gelmeyecekleri bilinen İngiliz progresif rock/metal müzik grubu Porcupine Tree, In Absentia (2002) albümündeki başarısından sonra, grubun sekizinci stüdyo albümü olan Deadwing (2005) albümünü yayınladı. Porcupine Tree’nin diskografisinde müzikal olarak en iyilerden birisi olarak görülen Deadwing, 9 şarkılık bir albüm.
Deadwing, Steven Wilson ve yönetmen Mike Bennion tarafından yazılan, hayalet hikayesini tema edinen bir senaryodan oluşuyor. Eğer Steven Wilson gerekli şartları sağlayabilseydi bu albümdeki şarkıları ilk etapta Deadwing filmi için kullanacaktı; fakat film için fon bulamadığından dolayı tasarladığı şarkıları albüme dönüştürdü.
Sırasıyla albümdeki parçalara bakacak olursak, albümle aynı adı paylaşan ‘Deadwing’ ile başlıyoruz. Albümün gidişatını belirleyen önemli bir parça. Sanki albümün geri kalanında yaratılan güçlü atmosfere hazırlık niteliğinde, hayalet temasına uyacak histe elektronik sesler eşliğinde parça başlıyor. King Crimson’dan bilinen Adrian Belew’in de gitarıyla Deadwing’e konuk olması, parçanın albümdeki öneminin sebeplerinden biri.
And something warm and soft just passed through here It took the precious things that I hold deare
Shallow, Deadwing’e kıyasla daha güçlü riffler barındırıyor. Aynı zamanda temada işlenen hayaletin de geçmiş yaşamındaki travmalarını, kim olduğunu, ilişkilerini anlamaya çalıştığı bir parça. Konu ilerleyişi açısından önemli bir yere sahip.
Sırada, albümün en sevilen parçalarından Lazarus geliyor. Albümdeki iki balad parçadan biri olan Lazarus’un, akustik gitar, piyano ve atmosferik bir havayla beraber Wilson’un vokal becerisini de öne çıkaran bir parça olduğunu düşünüyorum. Konu gidişatı olarak da, hayaletin adını öğreniyoruz: David. Deadwing’de bahsedilen ve David’in yaşadığı düşünülen trenin sesleriyle parça bitiyor. Trende çok sevdiği bir kadın var fakat henüz kadının kim olduğu bilinmiyor.
İncilde, öldükten sonra İsa tarafından yeniden diriltildiği söylenen ve bu parçaya da ilham kaynağı olan Lazarus, David’i de niteler. Yani anlaşılır ki David yaşayan bir ölü ve hala bir mezarı yok.
Come to us Lazarus It's time for you to go
Güçlü bir şarkı olan Halo ile devam ediliyor. Tanrı'nın somut ve tek bir yerde değil; ve aynı zamanda tek bir anlam içermediğini anlatan sözler eşliğinde oldukça baskın ve tehditkar sayılabilecek rifflerle beraber Wilson’un atmosferik sesi ile parça devam ediyor. Aynı zamanda, sadece dindarlığı yüzünden kendini beğenmiş bir hal alan insanları da eleştiren bir parça.
God is in my fingers God is in my head God gives meaning God gives pain
Arriving Somewhere But Not Here, 12 dakikalık süresiyle albümün en uzun parçası. Bence, Porcupine Tree’nin genelde sağladığı tüm unsurları içeren ve albümün temel taşı olan bir parça. Atmosferik bir girişi var ve şarkının yarısına kadar da bu atmosferik havayı sürdürüyor. Ayrıca Opeth’in vokalisti Mikael Akerfeldt de sesi ve gitarıyla konuk oluyor. Sonrasında çok daha güçlü ilerliyor ki bu da David’in, trendeki kadının annesi olmasını öğrenmesine denk geliyor. Yani David, aslında annesiyle ensest bir ilişki içinde de olabilir.
Albümün ikinci baladı olan Mellotran Scratch, müzikal olarak diğer parçalara oranla biraz daha zayıf ve duygusal olsa da tema devamlılığı için David adına pişmanlıklar, anılar ve daha birçok şeyi barındırıyor.
Devamında, naçizane, albümün en keyifle dinlediğim parçalarından biri olmasını güçlü girişinden sonra konu itibariyle de atmosferik havaya bürünmesine bağladığım, Open Car şarkısı geliyor. David’in trendeki kadına duyduğu aşkla beraber, etrafındaki dünyayla gerçek bir bağı olmayan, sığ olduğu düşünülen cinsel hayatına ve travmalarına odaklanıyor.
Albümde benim de en sevdiğim olan sekizinci parçası: The Start of Something Beautiful. İsminden dolayı her ne kadar güzel şeyler çağrıştırsa da aslında konusu itibariyle oldukça trajik. Dünyadaki herkesin, elbet bir gün, asla sevilmediğini, sevildiğini zannetse bile bir noktada yanılacağını ve aşkın aptalca olduğunu anlatıyor. Müzikal olarak da albümün seviyesini kesinlikle üste çıkarıyor. Porcupine Tree öncülüğünde alışkın olduğumuz progresif ve atmosferik havayı en çok veren şarkılardan biri olduğunu düşünüyorum.
Mother lost her looks for you Father never wanted youI trust in love and then I find that you never really felt the same
Ve albümün kapanış parçası: Glass Arm Shattering. David ile beraber albüm boyunca girdiğimiz çıkmazlardan bahsediliyor ve kesinlikle bu temaya oldukça uygun bir havası var.
Albümde çok fazla duygusal olan şarkı var bunun sebebini işlediği konuya bağlıyorum. David bir hayalettir, sevdiklerine karşı özlem duyar. Onları, her ne kadar, gördüğünü düşündüğü anlar olsa da bir noktada hep yarım kalır, defalarca çıkmaza girer, travmalarıyla yüzleşir, yalnızlaşır ve duyduğu özlem giderek artar. Gerçek hayatta da birilerini veya bir şeyi özleyen insanlar ve ruhani hisleri kuvvetli olanlar genellikle depresiftir. Bence, bundan dolayıdır ki albümde genel olarak hüzünlü bir hava var.
Comentarios