
Progresif müzik yapan gruplar genellikle kaliteli ve kompleks müzikleriyle deyim yerindeyse bir "main character"a ihtiyaç duymazlar. Fakat prog metalin main characterı diyebileceğimiz bir isim varsa, o bana göre İsveçli progresif metal efsanesi Opeth'in vokali ve gitaristi Mikael Åkerfeldt'dir.
Harika müzisyenliği, konserlerdeki neredeyse stand-up şovlarını aratmayan sohbeti, sempatik karakteriyle ben dahil bir çok insanın gönlünü fethetmeyi başaran Åkerfeldt, 2012 yılında Prog'a progresif müzikle nasıl tanıştığını ve sevdiği bazı grup ve albümleri anlatmış.
"Plaklara meraklıydım, Stockholm'de çok fazla müzik dükkanı vardı ve tanesi yaklaşık üç pounda bayağı bir plak alabiliyordunuz. Bunların kapaklarına bakıp Black Sabbath gibi görünen grupları arıyordum. İspanyol paça pantolon giyiyorlarsa, sakalları varsa ve 1971-1972 arasında kaydedilmişse, aradığımı bulduğumu düşünüyordum. Yes'in bir plağını buldum ve havalı göründüğünü düşündüm, sonrasında da Genesis ve King Crimson ile devam ettim, ilginç görünen ve benim de bütçemin yettiği plaklardı. Her şey böyle başladı."

"Birkaç plak alıp 60 yaşlarında iki adamın işlettiği gitar dükkanına giderdim ve aldıklarımı görüp "Vay, bu gerçekten iyi bir albüm! Onları '72'de canlı izlemiştim." diyip gülümser, eski günleri yad ederlerdi. Bana pek çok grup önerirlerdi, "Camel'ı hiç duydun mu? Kesin seversin!" derlerdi ve ben de yemek molamda gidip Camel plakları alırdım. Bir sürü albüm alıp bu tarzın hayranı oldum ve bu kendi grubumun gelişmesine yardımcı oldu."
"Iron Maiden gibi gruplardan etkilenmiştim. Bilmediğim şey ise Iron Maiden üyelerinin Wishbone Ash ve Jethro Tull hayranları olduğuydu, Wishbone Ash'in Argus'unu aldığımda "Vay be! Maiden'dakiler bunu baya dinlemiş olmalı!" dedim. İşte böyle başladı ve buradan devam etti."
Katatonia grubunun vokali ve aynı zamanda yakın arkadaşı olan Jonas Renkse hakkında:
"Büyük bir The Cure hayranıydı, ayrıca Will Oldham gibi lo-fi tarzı şeylere meraklıydı. O bana bu lo-fi şeylerini dinletirdi, ben de ona prog dinletirdim ve hiç sevmezdi! Ama içerken dinletmeye devam ettim "Hadi gel, şunu dinle!" diyordum. Sanırım zamanla daha da ısındı ve artık o kadar da nefret etmiyor."
"Proga bağlandım çünkü bir müzisyen olarak farklı türlerle çok fazla uğraşıyordum. Bayağı bir şey denedim. İnsanların bir metal grubundan beklediği gibi sadece tek spesifik bir türe bağlı kalmak tuhaf hissettirdi. Uzun şarkıları ise her zaman sevdim. Favori Maiden parçam Rime Of The Ancient Mariner'dı. Aradığım şey buydu. Hem bir gitarist hem de bir besteci olarak prog tek bir türe bağlı kalmamanın normal olduğunu hissetmemi sağladı. O dönemlerde Opeth'te yapmaya başladığımız gibi biraz karıştırmak daha ilgi çekiciydi. Progressive rock dinleyerek jazz ve fusion gibi o gruplarda yakalayabildiğim diğer müzik türlerini dinlemeye yönelik de bir ilgi duydum."

"Porcupine Tree'yi üçüncü albümleri olan The Sky Moves Sideways ile sevdim. Bu da Jonas ile benim bir başka anımız. Katatonia gitaristi Anders (Nyström) bu plağı Amerikalı doom metal grubu Solitude Aeturnus'tan almıştı. Onların gitaristi John Perez büyük bir prog hayranıydı ve bu plağı Katatonia'daki elemanların ne düşündüğünü merak ettiği için onlara yollamıştı. Anders nefret edip Jonas'a verdi, o da sevmeyip bana verdi. "Vay canına!" dedim. Günümüzde aktif olup sevdiğim şeyleri yapan bir grup bulmuştum!"
"Bir çok kişi değişim ihtiyacı duymuyor. Bayağı bir insan favori gruplarını hep aynı şeyleri yediğin bir McDonald's şubesi gibi görüyor. Bunu asla anlayamayacağım. Denesek bile bu tarz hayranlarımızı mutlu edemeyiz ama bunu farketmiyorlar. İnsanların her zaman en sevdikleri bir albüm olacak. Ghost Reveries'i yaparken "Herkes bu albüme bayılacak!" diye düşündüğümü hatırlıyorum, ama öyle olmadı! Sonra Watershed'i yaptık ve "Vay be, sonunda yaptık!" dedim ve bazıları bu albümden de nefret etti. Asla kasıtlı olarak dinleyicilerimizin isteklerine göre müzik yapmadım. Onları memnun etmeyi denesek bile olmayacaklar. O yüzden onları kızdırmayı deniyoruz! (Gülüyor.)"
"Sanırım bu açıdan bakacak olursak biraz asiyim. Her zaman her türlü otoriteyle sorun yaşadım, özellikle konu bir şeylerin hep kendi istediği gibi olmasını isteyen insanlar ve müzik olduğunda. Bir bakımdan da gelenekçiyim, mesela Maiden dinlerken onların bir techno albümü yapmasını istemem, anlarsın ya. Ama benim için bu her zaman bir sorun oldu çünkü spesifik bir türe çok uzun süre bağlı kalamıyorum. Bu da bizi kelimenin tam anlamıyla progresif bir grup yapıyor."
"Porcupine Tree, Radiohead ve bizimki gibi sürekli değişen gruplar var, ki benim de tercihim bu yönde açıkçası, ama bizi progresif rock grubu olarak tanımlamanızda bir sorun yok. Fakat belki ileride başka bir türe dönüşürüz, ve sanırım progresif olmak bu anlama geliyor!"
Kişisel olarak, progresif müziğin tanımını çok iyi yaptığını düşünüyorum burada Mikael'in. Ve ayrıca progresif müziği seviyorsanız, muhtemelen aşina olduğunuz veya en azından duymuş olduğunuz iki grubu belirteyim: Porcupine Tree (Mikael'in kankası Steven Wilson'ın grubu, ortak çalışmaları da çok iyidir.) ve tabii ki Camel.
Comments