Kritikzine bünyesindeki ilk albüm incelememde, zamansız ve sürekli bir şekilde beni her defasında etkilemeyi başaran, yerine zamanla pek çok sevdiğim albüm eklense de değeri bende asla değişmeyecek olan The Doors albümünü ele almak istiyorum. The Doors hakkında bir inceleme veya bir bilgilendirme yazısı yazmak pek çok gruba göre bir hayli zor fikrimce çünkü ilginç yaşamlar ve fikirleri müziklerine yansıdığı gibi kendi iç dünyaları bakımından da oldukça uzun ve detaylı bir inceleme gerektiriyorlar. Zaman zaman başta kozmik aşkım olarak tanımlayacağım Jim Morrison ve The Doors hakkında yazmayı denerim ancak diğer gruplar bir yana kendileriyle kurduğum bağdan ötürü hiçbir zaman tam olarak bunun zamanı gelmiş olarak hissetmem ve ertelerim. Bu yüzden Jim Morrison’a dair bir inceleme yazana kadar en sevdiğim albümlerinden biri hakkında yazmak istiyorum bu incelemeyi.

ALBÜME DAİR
Plak Şirketi : Elektra
Yapımcı : Paul A. Rothchild
Sanat Yönetmeni : William S. Harvey
Ülkesi : ABD
Süre : 43:25
The Doors, 1965 yılında üniversiteli iki arkadaş Jim Morrison ve Ray Manzarek tarafından kurulan bir psychedelic rock grubudur. Grup kurulduğunda Jim Morrison daha en baştan grubun isminin The Doors olmasına karar vermişti ve bunun özel bir sebebi de vardı. The Doors ismi, Aldous Huxley’ın yazdığı “The Doors of Perception” (Algı Kapıları) isimli kitaptan gelmekteydi. Kendisini bir şarkıcıdan ziyade bir şair olarak tanımlayan Jim Morrison'ın da hayal ve gerçeklik boyutları arasındaki gelgitleri olduğunu bildiğimizden aslında tam da grubun yaptığı gelgitli müziğe yakışır bir isim olmuş fikrimce. Asit (LSD) 60′larda patlama yaptığı zaman bir çok grup bu halüsinojen maddeden etkilendi. Pink Floyd’un Syd Barrett dönemi, The Doors, The Beatles ve Jimi Hendrix bunların başını çeken 4 silahşörlerdi. Özellikle LSD’nin yaratıcılığı ve algıyı arttırması, algı kapılarını adeta kırarcasına parçalaması sebebiyle LSD etkisi altında müzik yapmayı tercih ettiler. İşte bu sayede 60′ların sonunda patlama yapan psychedelic rock türü oluştu.
Aslında bakarsak oldukça kısa süreli ama bir o kadar da etkili bir kariyer sürdürdü The Doors. Jim Morrison ölmeden, 1967'den 1971 yılına kadar 6 efsanevi albüm çıkardılar orijinal kadrolarıyla. Morrison'ın ölümünden sonra da ''Other Voices'' ve ''Full Circle'' adında iki albüm daha çıkarttılar ancak bu 2 albüm elbette çok az sattı ve bolca eleştiri aldı o günlerde. Böylece 1973 yılında The Doors'un kapıları müzik dünyasına kapanmış oldu.
The Doors kesinlikle efsanevi terimiyle anılmayı gerçekten hak eden birkaç klasik rock grubundan biridir.
The Doors’un 60’ların sonunda rock müziğin evrimi üzerindeki derin etkisi yalnızca Jim Morrison’ın güçlü sesinden, karanlık ve derin şarkı sözlerinden veya kişisel karizmasından değil aynı zamanda Ray Manzerek’in klavyesi, Robby Krieger’in gitarı ve John Densmore’un davulu arasındaki sağlam etkileşimden de kaynaklıdır.
Morrison grubun yüzü, frontman'iydi.

(Albüm kapağında da bu durumu oldukça açık bir şekilde gerçekleşmiş, Guy Webster'ın fotoğrafı diğer Doors elemanlarını bir hayli küçültmüştü. ) Yine de bu albümün etkisi bu dört müzisyen arasındaki etkileşimden doğmuştu.
The Doors’un en iyi albümü her zaman ”The Doors” albümü olarak görülmüştür. Bunun sebebi ise en başta grup üyelerinin en iyi albümleri olarak The Doors’u göstermeleriydi. Grup kendilerine has sound'unu zengin türlerin harmanlanmasıyla bulmuştu; rock, blues, caz ve flemenko.
Açılış şarkısı ''Break On Through'' psychedelic kuşağı için tutku dolu bir seferberlikti adeta. İnsanı hipnotize eden ve çok sevdiğim ikinci şarkı ise ''Soul Kitchen'' grubun imza haline gelmiş dinamik değişimlerinin göstergesidir. "I light another cigarette, learn to forget." şarkıda en sevdiğim ve benimsediğim sözlerden biridir.
Yine en sevdiğim şarkılardan biri olan ''The Crystal Ship''te Ray Manzerek'in nefes kesen klavyesi eşliğinde mırıldanırken duyarız Morrison'ı.
Doors'un müziğe olan güçlü etkisini Brecht/Weill'ın ''Alabama Song'' eseri ve blues şarkısı ''Back Door Man'' sanki adaptasyondansa kulağa grubun kendi özgün içerikleriymiş gibi gelmesinden de anlayabiliriz. Ayrıca bu albümün en uzun ve imza parçaları olarak tanımlayabileceğimiz ''Light My Fire'' ve albümün hem objektif hem de benim için en önemli parçası olan ''The End'' bu albümün şöhrete ulaşmasını sağlayan en önemli etkenlerdendi bence. Gerek müzikal yapısıyla, gerek sözleriyle gerek de sözlerinin beraberinde getirdiği eleştirileriyle bir hayli ses getirmişti o dönem.
Grubun kabul görmesinde etkili ve pek çok cover'ı yapılan ''Light My Fire'' şarkısının bestesi grubun gitaristi Robby Krieger'a ait. Aynı zamanda bu şarkıda John Desnsmore'u ne kadar övsek az gerçekten. The Doors'un parçaları daha kompleks olduğu için Densmore, şarkının başında da görebileceğimiz gibi ritmin bossa nova haline çok ilgi duyuyor. Diğer yanda şarkıda çok Morrison tarafından çok güçlü vokaller ve klavyede sağlanan saykodelik tınılar ile ortaya muhteşem bir kompozisyon çıkıyor.
Robby daha sonra ikonikleşen "Come on baby, Light my fire" ifadesini nereden bulduğunun farkında olmadığını ancak o zamana kadar kimsenin bu kelimeleri söylemediği için buna bağlı kaldığını açıkladı. Şarkının asıl amacı, şarkıyı bir folk-rock şarkısı olarak yazmaktı ve o sırada bildiği her akoru bu şarkıya dahil etmeye karar verdi. Bunun nedeni, o dönemdeki çoğu Rock N Roll şarkısının 3-4 akordan doğmuş olmasıdır. Şarkının solosu, saygın bir caz sanatçısı olan John Coltrane'in "My Favorite Things" şarkısından sonra modellenen 'Aminor' ve 'Bminor' akorları kullanılarak yazılmıştır.
Üzerinden neredeyse 60 yıl geçmiş olmasına rağmen mirasını ve popülaritesini ilk günkü gibi koruyan ''Light My Fire'' aynı zamanda Ray Manzerek'in The Doors ile geçirdiği yılları anlattığı kitabına da isim olmuştur. Son olarak, yayımlandığı dönem müzikal başarısının yanı sıra sözleri gereği dünya çapında oldukça büyük sansasyonel etki yaratmış, albümün neredeyse 12 dakika ile en uzun şarkısı olan ''The End'' hakkında konuşmazsak olmaz.
Rock müzikte, bazı şarkılar yalnızca bir nota ve şarkı sözü koleksiyonundan daha fazlasıdır. Zamanın ruh halini, isyanları ve kültürel değişimleri yakalayan bir dönemi temsil ediyorlar.
''The End'' şarkısı da müzikal sınırlarını aşarak zengin, entelektüel, tarihi ve psikolojik bir beste haline gelmiş bir şarkıdır.Akıldan çıkmayan melodileri ve derin sözleriyle tanınan "The End", dinleyicileri derin, içe dönük bir yolculuğa çıkararak The Doors'un sanatını ve şarkının müzik ve kültür üzerindeki kalıcı etkisini ortaya koyuyor. Bu şarkı albümün 11. ve son şarkısıdır ve bu şarkı onları hemen ABD listelerinde ve ardından dünyanın çeşitli ülkelerinde 1 numaraya yerleştirmiştir. Her dinlediğimde gözlerimin önüne sanki kıyametten ve dünyanın sonundan bir kesit getiren bu şarkı, döneminde çok yanlış anlaşılsa da sözleriyle Jim Morrison'ın üstün zekasının bir göstergesi bence. Aynı zamanda hem ismi, hem de yapısı gereği albümün kapanışı için de oldukça güzel ve etkili bir tercih olmuş fikrimce ancak hem içerisinde barındırdığı: ''Father… I want to kill you . Mother… I want to f*ck you!'' sözleri hem de beraberinde Jim Morrison'ın oldukça problematik olarak tanımlayabileceğimiz tavırları onların çoktan isimlerinin lekelenmesine ve hatta bazı yerlerde sahne almalarının engellenmesine sebep olmuştu bile. Aslında sözleri başta insanı ne kadar dehşete düşürse de Jim'in bu sözlerde anlamak istediği göründüğü gibi bir ergenin ailesine isyan cümlesi değildi.Anlatılan konsept çok başkaydı: Freud'un Oidipidus kompleksi. (Karşı cinsteki ebeveyni sahiplenme ve kendi cinsinden ebeveyni saf dışı etme konusunda çocuğun beslediği duygu, düşünce, dürtü ve fantezilerin toplamı.)
"The End", Amerikan tarihinde Vietnam Savaşı, sosyal kargaşa ve filizlenen bir karşı kültür hareketinin damgasını vurduğu çalkantılı bir dönemde yaratıldı. Los Angeles, California'dan The Doors, 1960'ların sonlarının özünü yakalayan müzikleriyle çağlarının zevk ve günahın görsel ve işitsel mimarları haline geldi. Başlangıçta, "The End" bir ayrılık şarkısı olarak tasarlandı. Yine de geliştikçe, dönemin varoluşsal kaygısını ve hayal kırıklığını emerek yaşam ve ölüm üzerine destansı bir meditasyona dönüştü.
Morrison daha sonra The Rolling Stone dergisine şunları söyledi: "Bu şarkıyı her duyduğumda, benim için başka bir şey ifade ediyor. Basit bir veda şarkısı olarak başladı.... Muhtemelen sadece bir kıza ama bunun bir tür çocukluğa nasıl bir veda olabileceğini görüyorum. Gerçekten bilmiyorum. Bence görüntüleri yeterince karmaşık ve evrensel, neredeyse istediğiniz her şey olabilir."
Gerçekten de, bu şarkı öyle bir şarkı. İstediğimiz her şey olabilir.
Son olarak, birçok başarı ve ödülün yanında bu albüm 2012 yılına kadar dünya genelinde, farklı formatlarda 22 milyon kopya satarak, müzik tarihinin en çok satan albümleri sıralamasındaki yerini aldı. Ayrıca albüm 2012 yılında, müzik piyasasına yöne veren Rolling Stones Dergisi’nin uzun bir çalışma sonrası hazırladığı ‘tüm zamanların en iyi 500 albümü’ listesinde kendisine 42. sıradan yer buldu. 2015 yılındaysa Amerikan Kongre Kütüphanesi, The Doors albümünü kültürel, sanatsal ve tarihsel değerlerinden dolayı ulusal ses arşivine kabul etti.
Eğer bu zamana kadar dinlemediyseniz bu albüm kesinlikle şans vermeniz gerektiğini düşündüğüm bir albüm.
Vee "the end"... :)
Commenti